19 Kasım 2010 Cuma

Yolculuk

Arabalar.. Yollar.. Artık önemli olan yolculuk değil. Varış noktası. Oysa yollar olmasa mesela. Arabalar olmasa hiç. Belki iki atın bir at araban olsa, onla çıksan yola. Soğuk olsa hava. Üşüsen, klima diye bi' şey olmasa.. Yavaş yavaş gitsen, konaklasan yol kenarlarında mesela.. Yeni insanlarla tanışsan, canın yansa, aşık olsan yolu yarılayamamışken daha..
Hayat yüzünü gösterse sana, yolculukta yese zamanını.. Boş işlerle uğraşırken değil.. Yol boyunca kaybetsen sevdiklerini, sevdiklerinle birlikte nefretlerini.. Eski anıların üstüne yeni anılardan bir kale yapsan.. Duvarları güçlü birkaç kapısı olan.. Kalenin kapılarını açsan sonuna kadar. Yolun yarısındayken aşkın da yanında olsa.. İçeri davet etmesen onu, o kendi girmek için izin istese senden mesela.. Mesela arabalar olmasa.. Asfalt yollar olmasa mesela.. Çamura bata çıka alsan yolunu.. Önemli olan, varış noktası değil, yoculuk olsa... Arabalar olmasa mesela.. Seni karşılayanlar olmasa varış noktasında..

18 Kasım 2010 Perşembe

yok

İnsanların neredeyse hepsinde anlama problemi olduğuna eminim artık. Ve ne zamandır ilk söylediğim -ya da yazdığım her neyse- şey bu. Çünkü bu aptal durum benim de en büyük problemim oldu. Başta bu aptallıklarından rahatsız oluyordum şimdiyse bu beni resmen öldürüyor. Sırf bu yüzden beş gündür insan yüzü görmemeye çalışıyorum. Evden çıkmıyorum. Evden çıkmaktan korkuyorum. İnsanlardan korkuyorum. Benim için fazla karmaşıklar. Her davranışlarında bir amaç aramaktan yoruldum artık. Çünkü biliyorum ki hiçbir şeyin amacı yok. Bu dünyada hiçbir şeyin amacı yok, burada olmamızın, yaşıyor olmamın, hiçbirinin amacı yok. Ve bir amacı olduğuna inanıp sonra monoton bir hayat süren insanlardan da neredeyse nefret ediyorum. Neredeyse. Her sabah aynı saatte kalkıp aynı otobüse binen, öğle yemeğini aynı bankta yiyen ve üstüne bu yaşama sadık kalan bu yaşamı yaşamaya zorunlu olduğunu hisseden herkesten neredeyse nefret ediyorum. Tanrı bizi bunlar için yaratmadı. Eğer ortada bir amaç olduğuna inanıyorsa bu insanlar buna da inanmak zorundalar. Tanrı bizi her gün aynı şeyleri yapıp, yaşıyoruz sanalım diye yaratmadı. Tanrı bize yeterince uzun ve dopdolu bir yaşam vaadetti ve önümüze kırmızı halıyı boylu boyunca serdi. Önemli olan kırmızı halının sonuna varabilmek değil, yol boyunca kırmızı halıyı takip edebilmekti. Ve kırmızı halıdan sapanlar her zaman köşelerde bir yerlerde takıldılar. Onlar hep aynı yaşlarında yaşadılar. Onlar hep aynı şeyleri yaptılar. Onlar sormadılar, sorgulamadılar bir süre sonra soru sormanın ne olduğunu bile unuttular. İnsanlar soru sormaktan korkan yaratıklar değillerdir oysaki. Bir çocuk konuşmaya başladığında ilk sorular sorar. Her şeyi sorgular, hem de onlarca defa sorgular. Aldığı cevaptan memnun olmazsa bir daha bir daha sorar. Ama susmaz. Sormaktan korkmaz. Taa ki, soru sormanın sonuçlarını görene, hissedene, yaşayana kadar. Suratınıza yediğiniz bir tokat bir sonuçtur mesela ya da bir bedeldir başkalarının deyimiyle. Canınızı yakan herhangi bir şey bedeldir. Soru sorduğunuz birinden yediğiniz fırça bir bedeldir ki, korkarsınız. Bir kez daha soru sormaktan korkarsınız eğer bi çocuksanız ve bu size yapılmışsa. Tekrar canınızın yanmasından korkarsınız ve soru sorma yetinizi yavaş yavaş kaybedersiniz. Siz sormadıkça onlar cevap vermez, onlar cevap vermedikçe siz kalıplaşırsınız. Siz kendinizi çerçeveledikçe sınırları olan parazitlere dönmeye başlarsınız. Sınırları olan, genişleyemeyen insancıklar. Çerçeveyi o kadar kaliteli yaparsınız ki bir daha kırmak neredeyse imkansızdır onu. Ve yok olmaya başlarsınız. Kendi içinizde kocaman dünyada, kocaman evrende bir karıncadan bile daha minik daha küçük olursunuz. Çünkü insan bedeni asla boyutta bir sınırı aşamaz. Ama fikirler büyüyebilirler, fikirler boşluğa yayılabilirler, fikirler tüm dünyayı kaplayabilirler. Ama siz asla çerçevenizden dışarıya çıkamazsınız. Oysa fikirler düşüncenin olduğu her yerdeler. Ve siz düşünmediğinizi bana bir kez daha kanıtladınız.


dipçiknotçuk: beş gündür aralıksız dışarıya çıkıyom ha yemeyin

28 Ağustos 2010 Cumartesi

88

Aslında bunların tüm hepsini hakettim.
Öyle mükemmel biri değilim..

Beni seven herkesi incitiyorum, onları sevdiğim halde bunu yaparken duraksamıyorum bile.. Öyle kimseye tutulmadım, yalan söylemeyeceğim. O olmazsa yaşayamam, demedim. Çünkü yalan olacaktı biliyorum..

Hem önemli olan güçlü görünmek değildi, güçlü olmaktı. Güçlü olduğunu belli etmemekti önemli olan. Kim olduğunu belli etmemekti.

Ve benim hakkımda kimsenin bilmediklerini bilen, anlayan insana aşık olmam belki en başta aptallıktı. Bir hafta düşündüm, sadece bunun yanlış olduğunu düşündüm. Kendimi inandırmadım hayır, çünkü bu zaten yanlıştı. Hem öte yandan, kimse beni tamamiyle tanıyamazdı. Kimse kimseyi tanıyamazdı.

Yanıldım..
Ve bu canımı acıttı..

Ama daha küçükken öğrendiğim bir şey vardı. Buna sadık kalacağıma söz vermiştim, dediğim gibi tüm suçlu benim.. Ben aslında kendimi incittim.. Çünkü; güvendim..

İşte bu yüzden kimseyi suçlamıyorum. Buna inanmıyor, altını deşip duruyorsunuz ya hani. Umurumda da değil aslında. Ama kimseyi suçlamıyorum işte. Çünkü biliyorum, çünkü farkındayım. Bunları ben yaptım. O yüzden uzatmıyorum, çünkü uzattığımda sanki kendime kızıyorum, kendimi yaralıyorum..

Ve bu da canımı yakıyor..

Bugün belki yine kayıp düşeceğim.
Belki yarın.
Ama dediğim gibi, şimdi eskisinden daha güçlüyüm..
Çünkü artık kendime kızmıyorum..

imwhole

Değişebilirim.
Ama kim olmamı istiyorsun ki?

Vicdan azabı yaşayacak değilim. Kendimi üzme konusunda bazen çok başarılı olabiliyorum ama artık pek fazla dayanabilecek gücüm kaldığını sanmıyorum. Üzülmek istemiyorum.. Mutsuz olmak. Eski halime geri dönmek de istemiyorum. Ve senden uzaklaşmak, bütün bu olanlardan uzaklaşmak seni incitiyor biliyorum.. Seni incitmek de istemiyorum. Ama incitiyorum..

Dikkat etmediğimden değil, sakar olduğumdan kayıp düştüm ben. Bunu sen de biliyorsun..

Ve şimdi güçlüyüm, bana her şeyini verdin çünkü. Her şeyini verdin ve şimdi ben bütünüm..

12 Ağustos 2010 Perşembe

lqtisy,twenty-three

Bu aralar çok eğleniyorum.
Ama bi' yandan da bu eğlenceyi hiç haketmiyorum sanırım. Midemde hiç çözülmeyen bir yumru var ve ben bunları yazdıkça nefes almamı zorlaştırmak için yukarıya hücum ediyor insafsız. Daha ilk cümlede kesildiğime göre, bu yazının da sonu gelmez bana sorarsanız. -oha kafiye bile yaptım, neyse-
O değil de, cidden. İyice mala bağladım. Öyle sadece ruhsal olarak da değil hani tipim bile mala bağladı. Saf saf bakıyorum herkese, mal mal cevaplar veriyorum ki bazen cevap bile veremiyorum. O derece yani.
Müzik dinlemek bile midemi bulandırıyor, geçen akşam kusmak için kulaklığı takıp müzik dinledim. Kustum mu? Kustum yani. Yalan değil.
Geçen kötü bi' film izledim abi, kötüydü yani. Sırf oyunculardan birisi için izledim ki o da anca sevişiyodu filmde. Neyse. Öyle kötü bi' filmde böyle güzel laf söylenmez abi. Dur bak şimdi söylüyorum. Çocuk çıktı, geldi. Dedi ki;
"Çok açsan, her şeyi yersin."
Böyle dumur oldum baktım bi süre.
Lan mınakoyim, bu kadar mı doğru olur, ben bunu niye tam olarak bu şekliyle telaffuz edemedim şimdiye kadar lan diye de sövdüm biraz.
Şaka yapmıyorum bu arada, ha. Cidden yani dalgasına değil, ciddi ciddi dumur oldum kaldım abi. Çok açsan her şeyi yersin. Bu kadar basit.
Benciliz.
Açız.
Vahşiyiz.
Tehlikeliyiz.
İğrenciz.
Aynı zamanda güzeliz.
.
.
.
Neyse bunları bi' kenara bırakıp önüme bakıyorum da, yok abi gelecek diye bir şey.
Yıkılacağım biliyorum.
Çok kötü olacak ya.
Of.
Çok kötü olacak..

18 Temmuz 2010 Pazar

kötü kadınlar..

Eğer istersem kötü kadını oynayabilirim. Hiçte zorlanmam oynarken.. Eğer istersem önüme gelen herkesi incitebilirim. Onu incitebilirim. Seni incitebilirim. İyi olmaya çalışmayacağım, hayır. Neysem oyum ben. Fazlasını bekleme benden. Umduğun gibi olmayacağım "o gün". İstediğin gibi olmayacağım. Bi değişiklik yapıp sana ve ona "tamam" demeyeceğim, hayır.

Nasılda değişti tüm moralim yine. Sinirlenemiyorum bile. Üzülemiyorum.. Neden böyleyim ki ben. Sinirlensem bi kaç çocuk dövsem kendime gelsem rahatlasam ne de mükemmel olurdu. Olmadı bi kaç vazo kırardım. O da olmadı kendi ağzımı kırardım, ama bi şekilde rahatlardım. Üzülsem ağlardım.. Ağlayamıyorum bile. Ben ne biçim bi' insanım. Off... Ne biçim..

10 Temmuz 2010 Cumartesi

En sevdiğim şarkıları unutmak gibi..
Boşluk.. Bu sefer fazla hissedilebilir olan türünden, boşluk. Çok yakınıma gelmiş oturmuş kahve içiyor, salak şey. Ben onu istemiyorum ki. Defolup gidebilir şimdi. Ne yapsam bilemiyorum. "git" diyemem. Hayır bunu söyleyemem. Hissettirsem, tam gidecekken korkarım, üzülürüm, "hayır," derim "saçmalama, burada kalmandan çok hoşnutum.". Ne de yalancıyım ben öyle..